İçerenköy mah.Çayır Cad. Üçgen Plaza No:7 Kat:13 34752 İçerenköy -Ataşehir/İSTANBUL (0216) 469-73-40[email protected]

Temmuz-Ağustos 2003- TÜRKİYE’NİN VE DENİZCİLİĞİMİZİN GERİ KALMIŞLIĞI I- DENİZCİLİK Dergisi

Post 28 of 73

DENİZCİLİK Dergisi Temmuz-Ağustos 2003

 

TÜRKİYE’NİN VE DENİZCİLİĞİMİZİN GERİ KALMIŞLIĞI – I

                                                                                                   Kpt. Aykut Erol

Türkiye’nin Geri Kalmasının İki Nedeni

Türkiye’nin günümüz dünyasının gelişmiş ileri ülkelerine göre epeyce geri kalmış olmasının, kuşkusuz, birçok nedeni var. Ben burada, yalnızca iki ana nedenden söz edeceğim :

1) Genel olarak, gelişmiş ülkelere göre insan kalitemizin yetersizliği,

2) Az sayıda olan, yeterli kalitedeki insanlarımızı gereken yerlerde,gerektiği gibi
kullanamayışımız.

Bu yazıda, Ülkemiz’in geri kalmasında bu iki öğenin ne kadar önemli bir yer tuttuğunu (ve Türk Boğazları Gemi Trafik Hizmetleri’ni de etkileyebileceğini) örnekler vererek anlatmaya çalışacağım.

Gelişmiş Toplumlarla Gelişmemişlerin Farkı

Gelişmiş (ileri) toplumlar, karşılaştıkları (ve hatta karşılaşma olasılıkları olan) sorunları (problemleri) fark eden, fark ettikleri sorunların nedenlerini arayıp bulan ve buldukları nedenleri ortadan kaldıran, dolayısıyla sorunları çözen, toplumlardır.

Gelişmemiş (geri) toplumlarda ise durum tam tersinedir. Çünkü gelişmemiş toplumlar, hem genel insan kaliteleri yetersiz olduğundan hem de az sayıdaki kaliteli insanlarından yararlanmasını bilemediklerinden, çoğunlukla: İçinde yaşadıkları sorunları fark bile edemezler; fark ettikleri zaman sorunların nedenlerini arayıp bulamazlar; nedenleri bulduklarındaysa o nedenleri etkin biçimde ortadan kaldırıp, sorunları gideremezler. Dolayısıyla, geri kalmış toplumlar birçok sorunla iç içe yaşarlar. Ve tavuk-yumurta hikâyesindeki gibi, bu sorunların hemen hemen tümü onların geri kalmışlıklarından (bağlantılı olarak insan kalitelerinin düşüklüğünden) kaynaklanırken, aynı zamanda geri kalmışlıkları da bu sorunlardan ileri gelir.

Örneğin, geri kalmış toplumlarda, yağmur yağdığı zaman caddelerde, sokaklarda su toplanması, evleri su basması, elektrik kesilmeleri normal karşılanır. Genel insan kalitesinin yetersizliği, yağmur yağdığında ortaya çıkan bu durumların normal olmayıp, birer “sorun” olduğunu algılayamaz; olaya “kader böyleymiş” diye bakılır; böyle olunca, ne sorunun nedenleri araştırılır, ne de soruna çözüm aranır. Oysa benzeri bir olay gelişmiş toplumlarda olduğunda,”sorun” olarak kabul edilir. Ve sorunun nedenleri araştırılıp bulunarak, nedenler giderilir, sorun çözülür, bir daha tekrarlamasını önlemek üzere de “kurallar” konulur. Çünkü, gelişmiş ülkelerdeki insan kalitesi, “sorun”u fark etmeye, nedenlerini bulmaya ve gidermeye yeterlidir.

İnsan Kalitesi

İnsan kalitesinden söz edince, aslında bunu tanımlamak gerekir. Ancak bu tanımı yapmak, o kadar kolay değildir. Çünkü “kalite”nin tanımı bakış açınıza göre değişebilir. Ayrıca, en yüksek kalite ile en alçak kalite (ya da kalitesiz) arasında belki milyonlarca basamak sıralanabilir; tüm basamakları tek tek tanımlamak ise olanaksızdır.

Ancak bu yazıda anlatmak istediklerime açıklık kazandırabilmek için, kendi bakış açıma göre, bir tanım yapmaya çalışmam yararlı olacaktır. Buna göre: “Yeterli kalitede insan, çağımızın gerektirdiği modern öğrenim ve eğitimi görmüş, bir meslek sahibi olmuş, yerel ve dünya kültüründen yeterince haberdar ve özümsemiş, gerektiğinde dünyanın gelişmiş herhangi bir çağdaş ülkesinde de mesleğini rahatça yapabilecek, oradaki insanlarla uyum içinde iletişim kurup yaşayabilecek kapasitede, yalnız teorik bilgilerle kalmayıp yaşamın içinde deneyim kazanmış, kendisinin ve başkalarının hatalarından ders almasını bilen, erdemli bir kişi” diye tanımlanabilir.

Buna göre, yeterli kalitede bir insan olabilmek için “öğrenim ve eğitim görmek” ile ” yerel ve dünya kültürlerinden haberdar olmak” temel koşullardandır; ama yeterli değildir. Çünkü bazen haberdar olmak, “özümsemek” anlamına gelmez. Örneğin, üniversite bitirmiş olup da, gittiği bir konserde ya da tiyatroda cep telefonunu kapatmayan, insanların toplu olarak bulundukları yerlerde yüksek sesle bağıra çağıra konuşan, el şakaları yapan, tuvalete gittikten sonra sifonu çekmeden çıkan bir kişi, yüksek tahsiline karşın, “yeterli kalitede bir insan” sayılabilir mi?

Ayrıca bir başka önemli nokta da “erdemli” olmaktır. Menfaati için sürekli yalan söyleyen, gerçekleri çarpıtıp tersine çevirebilen, demagoji yapan, kusurlarını yanlışlarını başkalarının üstüne atan, kusurlarını ve yanlışlarını saklayan ya da topluma başarıymış gibi ters yönden sunan, başarmak istediği bir konuda başarısızlığa uğradığında “ben zaten onu yapmak istemiyordum” diyen ya da başarısızlığının sorumluluğunu başkasının davranışlarına yükleyen, gerçek düşüncelerinden başka şeyleri söyleyebilen, arkasından demediğini bırakmadığı kişiyle karşılaştığında onu şapır şapır öperek iki yüzlülük yapan, sorumluluk yüklenmekten kaçan, dürüstlükten uzak, rakibini (iyi bir şey yaptığında bile) her ne olursa olsun eleştiren, iktidardayken muhalefette (ya da muhalefetteyken iktidarda) söylediklerinin tam tersini söyleyebilen, mevkiinde kalabilmek uğruna elinde bulunan devlet ya da şirket imkanlarını etrafına dağıtan, tembel, v.b. birisi, yukarıdaki tanımın diğer yönlerine göre yeterli kalitedeymiş gibi gözükse bile, hiç “yeterli kalitede bir insan” sayılabilir mi?

Son olarak, belirli bir öğrenim ve eğitim görüp bir meslek sahibi olan kişi, şayet kendi mesleğiyle ilgisi olmayan bir alanda çalışıyorsa, o alan için “yeterli kalitede bir insan” sayılmayabilir.

Görüldüğü gibi, “yeterli kalitede insan”ı tanımlamak çok kolay değil; ancak yukarıda anlatmaya çalıştıklarım bir fikir veriyor, sanırım.

İnsan Kalitesi Ve Sorunların Çözümü İlişkisi

Bazıları, geri kalmışlığımızın, parasal zenginlik, yüksek teknoloji v.b. gibi değerlerden yoksun olmamızdan kaynaklandığını ileri sürerler. Oysa onların da payı vardır ama ana neden, insan kalitemizdeki yetersizliktir. Çünkü insan kalitesi yeterli olduğunda hem yüksek teknoloji ve parayı elde edebilir hem de birçok sorunu, fazla para ve yüksek teknoloji gerekmeksizin de çözebilirsiniz. Konuya açıklık kazandırmak için, yaşadığım bir olayı aktarmak istiyorum:

1991 yılında, Boğazlarımız’da kurulması düşünülen Gemi Trafik Hizmetleri konusunda inceleme yapmak üzere kurulan bir heyetle, dünyanın çeşitli yerlerine geziler yaptık. Bu geziler sırasında bir gün, Kanada’nın Büyük Okyanus kıyısındaki Vancouver liman şehrinde bir caddede yürürken şiddetli bir yağmur başladı. Şemsiyeyle bile korunmanın olanağı yoktu. Hemen yakınımızdaki bir otobüs durağına sığındık. Bulunduğumuz yer hafif bir yokuş olan caddenin aşağı tarafındaydı. Durakta yağmurun hafiflemesini beklerken alışkanlıkla, geçen araçların üzerimize sıçratacağı sulardan kaçınmak için, durağın caddeye uzak olan dip kısmında duruyorduk. Biraz sonra içimizden birisi “Farkında mısınız?” dedi “Üzerimize su sıçramasın diye geride duruyoruz ama bu kadar şiddetli yağmura rağmen yolda hiç su toplanmıyor, su filan sıçradığı da yok. Yola düşen yağmur suyu yere değer değmez sanki hemen kayboluyor. Bu adamlar acaba yağmur suyunu emen bir sistem ya da asfalt mı yaptılar bu yola ?”.Bu soru üzerine yola yaklaşıp, yakından bakınca işin sırrını çözdük. Yolda suyu emen, yüksek teknolojiye dayanan, bir sistem filan yoktu. Sadece ve sadece biraz akıllıca inşa edilmişti, hepsi o kadar. Yol, ancak dikkatli bakılınca fark edilecek biçimde yay gibi iki yana eğimli yapılmıştı. Yani yolun ortası kenarlarına göre biraz kabarıktı. Bir başka deyişle caddenin ortasından, bizim bulunduğumuz tarafla karşı kaldırımın bulunduğu tarafa doğru yumuşak bir eğim vardı. Dolayısıyla, caddeye düşen yağmur damlaları, yola değdikleri anda, yanlara doğru akıyor, bu sayede yolda su toplanmıyor ve sanki o şiddetli yağmura rağmen, yol suyu emip yok ederek, kuru kalıyor gibi gözüküyordu. Asfaltın kaldırımla birleşmesine 20-25 cm. kala ise U şeklinde bir oluk yapılmıştı. Böylece, yoldan kenarlara gelen yağmur suları bu olukta toplanıp, yokuşun eğimine göre akıyordu. Akan sular, kaldırımın yola bakan düşey tarafına, hemen her 10-15 metrede bir yerleştirilmiş mazgallardan kanalizasyona gidiyordu.

Açıktır ki, bir yolu iki yana doğru hafif eğimli yapıp, kenarda oluşturulan oluklardan, suyu kanalizasyon sistemine vermek, para, uzay teknolojisi falan değil yalnızca, “kaliteli insan” kafası ve işçiliği gerektiriyordu. Biraz yağmur yağdığında, ayak bileklerinize kadar suya dalmadan karşıdan karşıya geçemediğimiz yollarımızı yapan, yapılmasına seyirci kalan tüm ilgililerimizin kulakları çınlasın.

(devamı var)

This article was written by admin

Menu